TAVŞAN İLE KAPLUMBAĞA
Kendini beğenmiş, şımarık bir tavşan yaşardı eskiden. Günlerden bir gün yavru bir kaplumbağa ile karşılaştı. Onun ağır ağır yürüdüğünü görünce: “Sen!” dedi, “Bu adımlarla akşama kadar bir arpa boyu yol alamazsın! Hepiniz böylesiniz; hantal, uyuşuk ve tembel. Bana baksana, birkaç sıçrayışta şu tepenin başına ulaşırım!..” Yavru kaplumbağa şımarık tavşanın bu ağır ve incitici sözleri karşısında bir an düşündü.
“Kendine bu kadar güveniyorsan yarışalım.” dedi, “Bakalım o tepenin başına kim önce varacak?” Tavşan bir kez daha dönüp baktı tepeye. Epeyce uzaktaydı ama bu küçük kaplumbağadan önce varırdı elbette.
“Sen aklını mı yitirdin?” dedi alayla, “Benimle nasıl yarışacaksın?” kaplumbağa: “Denemekten bir şey çıkmaz.” deyince şımarık tavşan:
“Sen başla yürümeye” dedi, “ben biraz sonra yetişir ve geçerim seni!”
Yavru kaplumbağa tepeye doğru yola çıktı. Tavşan ise oradaki bir ağacın altına oturdu ve “ Şurada biraz dinleneyim. Akılsız kaplumbağa tepeye iyice yaklaşınca bir koşuda varır ve onu geçerim.” diye mırıldanarak uyuklamaya başladı. Gözlerini açtığında yavru kaplumbağanın tepeye ulaşmakta olduğunu gördü. Telaş ve kızgınlıkla yerinden doğrulup koşmaya başladı. Ne kadar hızlı koştuysa da kaplumbağadan önce varamamıştı tepeye. Yarışı kaybettiğini anlayınca kıpkırmızı kesildi. Utanç içinde kalmış, başını yere eğmişti. Yavru kaplumbağa:
“Bu kadar üzülmene gerek!” dedi gülerek. “Sen kendini herkesten üstün gördüğün için yarışı baştan kaybettin. Kibir, gurur ve haksız övünmelerin sonu budur işte!